17 Ağustos 2010 Salı

It's like you feel homesick for a place that doesn't even exist.

Garden State die bir film vardır Scrubs tan tanıdığımız Zach Braff abimizin arz-ı endam ettiği. Güzel filmdir izleyenler bilirler. Yalnızlık, depresyon, birliktelik, mutluluk ve mutsuzluk kavramlarına güzel bakış açıları getiren sakin huzurlu bir filmdir. Filmin ana karakterinin yaşadığı suçluluk duygusu, yalnızlık, yılgınlık gibi hissiyatların güzel temellendirilmiş bir hikayeyle anlatılması filmi hayatımda farklı bir yere koymamı sağlamıştır. Filmlerde geçen cümlelere takıntılı bir insan evladı olarak hayatıma şu vecizeyi de armağan etmiştir;

"You'll see one day when you move out it just sort of happens one day and it's gone. You feel like you can never get it back. It's like you feel homesick for a place that doesn't even exist. Maybe it's like this rite of passage, you know. You won't ever have this feeling again until you create a new idea of home for yourself, you know, for your kids, for the family you start, it's like a cycle or something. I don't know, but I miss the idea of it, you know. Maybe that's all family really is. A group of people that miss the same imaginary place."

 Ki altına imza atarım şu repliğin. Hayatında sürekli bişilerin eksildiğini ve sahip olduğu güzel hissiyatları birer birer bir daha geri gelmemek üzerine kaybettiğini farkeden bir insan evladının yaşadığı garip yoksunluk hissini, yuva kavramını, anlamadığı, anlamlandıramadığı bişileri özlemeyi bundan iyi anlatan bir replik yoktur herhalde. Hepsi bir döngü diyor Andrew. Bir zamanlar bir takım kavramlar için hissettiği şeylerin, tekrar aynı şekilde hissedilemeyeceğini ancak kendi yaratacağı yeni olgulara anlamlar yükleyip yamalı elbise hüznüyle giymek şeklinde durumu idare edebileceğini anlatıyor. içte birşeyler burkarak. Yani cidden olmaz mı hiçbirşey ilk hissettiğin gibi. yani cidden boşuna mı uğraşıyoruz yeniden birşeyler kurmak için yeni insanlar bulup gözlerinin ta içine içten gelerek bakmak için... İçtiği ilaçlar yüzünden hissettiği uyuşukluk hissi bi büyüme, yaşlanma metaforu olarak çıkıyor andrew'ın hayatında karşısına. Hem hayat seviyor metaforları. Direk anlatmayı sevmiyor nedense, derdi ne ise. Ondan uzun sürüyor insan anlamak, olay anlamak, sevi anlamak... Aptallığımızdan olsa gerek. Ne istediğini bilmeyen, ne özlediğini anlamayan, ne eksik çözemeyen bünyelerimizde hayatın sunduğu metaforları çözmeye çalışıyoruz zavallıca. Andrew'da öyle. Yağan yağmurun altında hurda otobüsün üstüne çıkıp avazı çıktığınca bağırmak ne kadar rahatlattı kendisini bi fikrim yok ama ilk defa beklentisiz, gri, soğuk bir günün sabahında tanıştığı ve sonrasında tanıştığına ziyadesiyle memnun olduğu Samantha ile birlikte bu aktiviteyi gerçekleştirmesi hakkında bi fikrim olabilir sanırım :). Hayat o sahnedeki kadar gri aslında. Şansımıza yağmurlar var, bağırma hissi var, Samantha var... İyi geceler.

3 yorum:

  1. şu da yayınlanmayan sahnelerdenmiş:"I dreamt last night that I had special powers. That if I squeezed my eyes tight, clenched my fists as close as possible, we'd all end up in paradise. I was a super hero, and that was my power. " Liked it loads...

    YanıtlaSil
  2. bak bunu bilmiodum süpermiş bu da seviyorum bu filmi =))

    YanıtlaSil
  3. [Yani cidden olmaz mı hiçbirşey ilk hissettiğin gibi. yani cidden boşuna mı uğraşıyoruz yeniden birşeyler kurmak için yeni insanlar bulup gözlerinin ta içine içten gelerek bakmak için...] güzel tarifmiş bedbaht kulağa acımasızca gelse de umarsızca kabullenmek gerek galiba hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını geçmişi kabullenmek bi pranga gibi sürüklememek, yeni duygular tatma zamanı belki de benzeri olmayan birgün bitse de tekrarı olmayan duygulara hazırlamak kendini...

    YanıtlaSil