11 Ağustos 2010 Çarşamba

seslerim


Atilla abimin okuyup eskitemediğim öyküsü.


--


Seslerim


Gözlerini gözlerime dikmiş... kaçırıyorum, yine buluyor..."sen, sen bana dokunuyorsun" dedi. "yüreğimde bir yerleri acıtıyorsun , ama anlatılmaz güzellikte bir şey."

tanrım, bir şey olsa... aygaz kamyonu falan geçse... aniden ceviz iriliğinde dolu yağmaya başlasa... bu romantik ortamın içine etse... ne oldu bu kıza, neler söylüyor...

"iyi ki varsın... iyi ki... neye benziyor biliyor musun? eskiden kaldığım yurtta camlar, içerisi dışarıdan gözükmesin diye beyaz yağlıboyayla boyanmıştı.. o boya tabakasındaki küçücük bir delikten bakınca dışarıyı görüyordum ben.... hele baharda, öyle güzel gözüküyordu ki... iste seninle olmak, o bembeyaz yada siyah şeyin ortasında küçücük bahara bakan deliği bulmak gibi."

işi şamataya vurmalıyım, yoksa fena olacak... bu havada hayatta dolu yağmaz... aygaz kamyonu filan geçeceği de yok... kız resmen yerli film replikleri atıyor... hayır, ben ters adamım, inanıveririm, dökülürüm, aşık olurum, betonlara çakılırım, asil benim canım, acır... yerli film... evet... yerli film...

en Ayhan Işık sesimi kullanarak, hınzır bi ifadeyle, ona Belgin Doruk muamelesi çektim... misilleme olarak yesilçam öykülerinin değişmez repliğini attım...

"bırak bu lafları, kaç para istiyorsun onu söyle... onbin, yirmibin?.."
esprime güldü... güzeel... ardı arkasına zincirler, konuyu dağıtırım...

gülmesi bitince, "bu da senin numaran" dedi... "zırhın delinsin istemiyorsun... hesapta hiçbir şeyi ciddiye almıyorsun... aslında sana göre hayat o kadar ciddi ve acıklı ki... böyle bir numaraya gerek yok... koy ver gitsin kendini." gözlerime anne anne bakıyor...

"güzel olduğunuz kadar küstahsınız da bayan" dedim, Ayhan Işık sesimle...
dedim, ama mümkün değil... saatlerce bana inanılmaz sevgi sözcükleri sıraladı....

ben ise ona yerli filmlerin değişmez repliklerinden attım durdum... sırasıyla Necdet Tosun, Sami Hazinses, Cilalı İbo, turist Ömer, Ediz Hun... hatta bir ara ayağa kalkıp "ayy-gaaz" diye bile bağırdım...
sözünü ettiği yağlıboyadaki küçük delikten zırhımı açmasına asla izin vermedim... yıkılmadım, yavşamadım, kendimi asla açmadım... erkeklik gururuma değmesindi yağlıboya.

"korkacak bi şey yok" dedi... "ben sana ne yapabilirim ki?"

"çok şey" dedim..."çok şey" derken kendi sesimi kullandığımı fark ettim. hemen kendimi toparlayıp Ediz Hun, Ayhan Işık, figüran Osman ve Erdal İnönü sesleriyle ayrı ayrı üç kez "çok şey" demeye çalıştım...
ama üçünde de kendi sesim çıktı...

sonra...
sonra, yine yerli filmlerdeki gibi takvim yaprakları uçuştu...
ben onu hiç aramadım... bir gün aklıma fena düştü, aradım...
aslında aramadım... telefon açtım.

o, "alo... alo" dedi, ben sustum... aniden, "susarken bile Ayhan Işık taklidi yapıyorsun" dedi...

anlamıştı...
aslında belki de tek sorun, gerçekten anlamasıydı...
"ne fena diil mi?" diye sürdürdü... "insan hep çok sevilsin diye uğraşır... sevilince de ödü patlar..." sustum...

"belki de sen haklısın, o zırh ne kadar kalın olursa, o kadar iyi... artık arama, olur mu?" dedi.

"ve sakin üzülme... o öyle lanet bir zırh ki; sen bile içerden delemezsin."
yine sessizlik... derken, Belgin Doruk gibi son cümlesini söyledi...
"hesapta kendini koruyordun ama yine acı çekiyorsun... boş ver... ne diyorlardı... gençsin, unutursun."

genç miyim, unutur muyum?..

telefonu kapadım... sokağın köşesinden, yırtınarak bir aygaz kamyonu geçip gitti...



Atilla Atalay

2 yorum:

  1. ilk okumamın üzerinden yaklaşık 15 yıl geçti...hala aynı zevkle okurum hala aynı derecede etkisinde kalırım...kelimeler bu kadar mı güzel kullanılır...işin en güzel tarafı böyle hissettiğim tek hikayesi değildir bu atilla atalay'ın...geliş gidiş de benim için böyledir, ebekulak ta, öpücük balığı da...hep yazsın atilla atalay...yazsın ki yüzümüzde oluşan mahzun gülümsemeden ya da kahkahadan mahrum olmayalım...

    YanıtlaSil
  2. yazsın tabi ya kendisine mail atmıştım bu yılın sonlarına doğru bi kitap çıkarmak gibi bir planı varmış. sevindim öğrenince. o yazsın biz okuyalım

    YanıtlaSil