4 Ekim 2010 Pazartesi

hayat böyle işte


Hayatımda mevcut beni mutlu eden şeyleri gözümün önüne getiriyorum; sevdicek, sevdiğim bir iş, iş ortamında sevdiğim insanlar, içinde rahat hissedebildiğim bir ev, hayatımı idame ettirecek para, belli sokaklardan geçerken burnuma gelen hanımeli ve leylak kokusu, uzun zamandır görememe rağmen arayıp varlıklarını unutturmayan dostlar, bişi öğretilen öğrencinin onu gözünüze gülümseyerek bakarak tekrar etmesi, sevdicekle big fish izlemek, feridun düzağaç dinlemek, soğuk bira ve cipsin yanında iyi müzik dinlemek, beşiktaşımın yendiği maçlar, en saçmasından da olsa oynanan halı saha maçının kazanılması, birinin sayemde gülümsediğini düşünme hissi, atilla atalay kitaplarım, sevdiğim insanlar için benden istenmeden bişiler yapma huzuru, eskiyi özlediğimde açıp eski çizgi filmleri, filmleri, müzikleri, fotoğrafları hüzünlenme özgürlüğü bla bla bla...


Çok şey var gibi biri bana nasıl böyle canlı olabiliyorsun diye sorduğunda her bir maddeyi tek tek sıralamak istiyorum, hepsinin nedenini anlatmak istiyorum en içiden geldiğince ama bakma işte üşeniyorum. çünkü her normal insan evladı gibi payı paydaya eşitleme misalli mutsuz edici detaylarda barındırıyorum hayatımda mesela; hayatımdaki aşırı hırslı insanlar, tüm yaşam olayını ego tatmin etme süreci olarak algılayan kötü değil ama yalnız insanlar, özlediğim insanlarla her istediğim zaman dertleşememe durumu, kafaları fena halde karışık dingil ergen yığını ile uğraşma zorunluluğu, sadece ıslatılmış odun ile muhatap olunacak insanlarla diyalog kurma mecburiyeti, ne oldu duruldun şşt konuş lan konuş diyen gürühla uğraşmamak için gülme, konuşma gerekliliği hissiyatı, ambulans sesleri, geçmişimde iz bırakmış insanların hatıraları, sevdiceği işi gücü bırakıp askerlik denen mantıksızlığıyla övünülen kavramı yerine getirme tarihinin yaklaşması ve yine bla bla bla...

Yani her normal insan kadar. sanırım bünyemle ilgili en sevdiğim şey bütün bu beni mutsuz eden nesneleri, olayları, kişileri herhangi bi insan evladı yanımdayken aklıma getirmeyip sadece ilk paragrafta bahsettiğim şeylerden bir hayat çizdirmesi kafamda. yalnızken ne yapıyorsa yapsın sorun değil  :) yani istatistiki bi çalışma olsun diye ya da al bak mutlu olduklarım bunlar mutsuz edenler de bunlar hadi toplayıp çıkaralım ne kalacak falan da değil demek istediğim zira ne yazsak ne çizsek insanların birbirinden istese de çok farklı olamayacağının kanıt olabilir anca. çünkü mutlu oluyoruz, mutlu ediyoruz, acı yaşıyoruz, acıtıyoruz yani hep aynı şeyleri yapıyoruz işte belki de bu yüzden en çok çok önemli şeyler yapıp kendi mutluluklarını dünyanın en büyük mutlulukları, kendi acılarını dünyanın en dayanılmaz acıları, kendilerini de dünyanın en farklı, en özel şahsiyeti olduğunu düşünen insanlara sinirleniyorum. ama geçiyor sonra zira birgün kendileriyle yüzleştiklerinde çektikleri ya da çekecekleri acılar, hayal kırıklıkları geliyor gözümün önüne üzülüyorum bu sefer. Hayatta böyle işte...

Beni mutsuz eden ayrıntılar da paylaştığım üzere askerlik yaklaşıyor canlar. ha uzadı, ha uzayacak saçmalıkları içinde başta sevdicek olmak üzere pek çok şeyi bırakacak olmanın burukluğuyla bekliyorum. biliyorum dünya dönüyor değişiyor, geldiğimde de herşey değişecek her zaman can attığım sıfırdan başlama mevzuu asker sonrası için korkutuyor mu ne? yaşlanıyoruz azizim.

Sevdicekle seyahat etmek güzel, konuşmak güzel, yemek yemek güzel, müzik dinlemek film seyretmek güzel, geyik yapmak güzel, saçma hatalarıyla ve eski fotosuyla dalga geçmek güzel, onun benle yaptığım komik hatalarda dalga geçmesi güzel ve daha bi sürü şey yalnız eski sevgilisi tarafından aldatılma hikayesini dinlemek, okumak güzel değil zannedersem. kıskançlık gibi bi durum olmadığı halde hoşuma gitmedi bu hikaye. bişiler hissettiğim insanın bir zamanlar tanımadığım etmediğim, tanımakta istemediğim bi tip tarafından duygularının piç edilmesi duymak istediğim şeyler sınıfına girmiyor zira.

ne diyorduk...

hayat böyle işte...

iyi geceler...

not: işbu entry oluşturulurken bu şarkı dinlendi çoğu kez http://fizy.com/#s/1aje94 dinlenmiştir.

10 Eylül 2010 Cuma

ev

Ev değişmeyen bir yer. Yani ölüm vb. gibi olaylar olmadıkça da öyle kalacağına inanıyorum. Herşey herkes bıraktığın yerde. Gülme sebepleri, kavga sebepleri herşey aynı. İlginç bi hoşluğu da var sanırım bu durumun yani sen başka coğrafyalardeyken birşeylerin hiç değişmeyeceğini bildiğin bir yerlerin olması. Ama bir yandan da sıkıcı maalesef. Kısa süreli ziyaretlerin kafi geleceği kadar. Yine de iyi bişi dostları görmek aileyle meyve soyma ritüellerine girmek.

Uzun bir aradan sonra üşüdüm lan bugün. Öyle mecazen falan değil len göt donması bildiğin. A tribute to the ex english teacher modunda geçen bi buluşma tertip ettiydik bugün. Sohbet muhabbet falan güzelde, akşam olunca bi titreme, bir "olm hava soğudu gibi lan"lar... İyi de oldu aslında. Lazımdı bünyeye böyle bişi.

Evvel ki akşam deli dürtmüş modunda gece 1 de yapılan halı saha maçı akabinde bünyede çatırdamalar vardı. Lise zamanında tığ gibi olan güruhun bağlayan göbekleri ve devasalaşmış kaba etleri arasında oynanan mücadelede kazanan çıkmadı. Yani olsa olsa 0,12 gram falan kaybetmişizdir ki gerek de yokmuş yani. Ama oynamış bulunduk işte.

Bitmeyen bayram ziyaretleri esnasında bişi farkettim. Ziyaret esnasında eve gelen kişiler bilmedik tanımadık şeylerden bahsederlerken sesi iyice kısılmış olmasına rağmen tvdeki herşey ilgimi çekiyor, hoşuma gidiyor. Misal bugün sevgili komşularımızın ziyareti esnasında trt 1 de yayınlanan "Yerden Yüksek" dizisi. Acaip ilgimi çekti. Sıdıka'mı gördüm ziyadesiyle yaşlanmış olarak. Yeditepe istanbul daki Ömeri gördüm pek değişmemiş olarak. Güzeldi diyaloglar falan. Komşumuzun anlattıkları konusunda pek bi fikrim yok.

Sanırım baymaya başladı ufaktan. Yani herşey iyi hoş ama işte yetti gibi. Sevdicek özleminin de etkisiyle bünyede çok bunalmalar ve yer yer sağanak sıkılmalar baş göstermeye başladı. Geri sayımda yatçaz kalkçaz, yatçaz kalkçaz sınırına ulaştık sanırım. güzel bişi. kendisi gibi.

İyi geceler.

7 Eylül 2010 Salı

gidelim

Uzaklaşmak çoğu zaman güzel bir hissiyat. yani bi yerle alakalı bütün antin kuntin işleri orada bırakıp gitmek. zaten insan tabiatı olarak kaçmayı seviyoruz ne dersek diyelim. kaçacak bi yerimiz olmadığını kendimizi kandırdığımızı büyüdükçe anlıyoruz gerçi ama çok bu farkındalık çok da etkili olmuyor.

Askerlikle ilgili halledilmesi gereken en sikindirik işin bile övündükleri mantıksız sistemin anlamsız bürokrasisi nedeniyle halledilemediği, işyerinin fena halde baydığı, sevdiceğin fena halde özlendiği bi haftanın akabinde bayramda aile saadeti yaşamak üzere yol alacağım. eski dostları görmek de iyi gelebilir sanırım. tebdil-i mekandaki ferahı arayacağım pazartesine kadar. kişilerin mekanlara kattığı önem ve değeri uygulamalı bir şekilde gördüm trajikomik bir şekilde sevdiceğin uzaklara gitmesiyle. quantum fiziğindeki uzay zaman gerçekliğinin yanı sıra kişi ve mekan gerçekliğide göz ardı edilmemeli canlar. zira iki arasındaki bağıntı pek çok şeyi anlamlı veya anlamsız kılabilecek boyutta.

Tarkan insanının diskografisindeki kilometretaşlarından biri olan dön bebeğim adlı şarkıyla bezenmiş bi gün oldu diyebiliriz bugün için. sebebinin tam anlayamadığım bir şekilde ( yalan ) bu şarkı dolandı dilime hatta şu an bile kendisiyle cebelleşmekteyim gayet gönüllü bir şekilde.

Ayrıca insanlarla gelecek bayramdan mütevellit bayramlaşmanın hazzına da vardım bugün. mutlu mesut bir şekilde insanlara güzel dilekler iletmenin güzel bişi olduğunu bir kez daha anladım. insanoğluna karşı umudumun tükenmemesinin bi sebebi de sanırım bu bayramlar ve anlamadığım bi şekilde getirdiği naiflik sanırım.

Öyle ya da böyle bitti bugün de yarın yollar beni bekler. özlediklerim, özleyenlerim kalbimde gidip geleceğim ( geldikten sonrası için yapılmış huzurlu planlarla birlikte ). ben yolları hep sen bekliyorsun diye severim özlersen dönerim diyen fd insanının sözüyle de giderim canlar. iyi geceler. iyi bayramlar.

1 Eylül 2010 Çarşamba

yağmur, gece

            Antalya'ya uzun bir aradan sonra yağmur yağdı. Bir yağmur bu kadar güzel olabilir. Sabah yağıp anca camdan saçma mutlu gözlerle izlenebilen muadiline inat, deniz kokulu, toprak kokulu, gece kokulu dökülen, akabinde ıslanılan güzel yağmur... Olm çok ilginç aslında bi doğa olayı bi insan evladını mutlu edebilmekte yani o kadar tırt yaratıklarız bi yerde :) tene sevdicekle aynı anda temas eden yağmur kadar mutlu edebilitesi olan herhangi bi nesne ya da bi eylem bilen, tanıyan bi insan evladı varsa söylesin çünkü benim çok da uzun sayılmayan hayatımda bünyeme bu kadar endorfin, serotonin etc. nüfuz ettiren başka bi olay yok maalesef. Bulutlarla ağarmış gökyüzünde tek tük yıldız bulup adlandırma eylemini güzel hale getirebilen süper bi olay bu yağmur + sevdicek kombinasyonu.

             Aslında sıkıcı, boğucu bir gündü. Kurun ilk günü olması sebebiyle envayi çeşit gariplik ve saçmalıkla bezeli zaman dilimi olarak geçmekteydi. Geçti de nitekim. askerlik şubesine rapor götürmek, sınıf açıp kapamak, etc. gibi işlerle cebelleşirken günü güzelleştirebilecek yegane insan evladının senaryoya müdahil olmasıyla bi nebze düzeldi bu cebelleşme süreci. Askerlik demişken bu konunun ne kadar canımı sıktığından da bahsetmeden geçemeyeceğim sanırım. yeni genelkurmay başkanımızın sanki mınakoduğumunun memleketinin heryerinden eşitlik fışkırırmışcasına yaptığı askerlikte eşitlik açıklamalarının akabinde bünyeyi basan eşten, dosttan, sevdicekten, ayrılma hissiyatının tarifi olunamaz sanırım. Zira konuştuğum yerimden patlayacak gibiyim. Şanlı ordumuzun eğitimli çay taşıyıcılarına olan ihtiyacını karşılamak için, hayatımın sevdiklerimle süper bi şekilde geçirebileceğim önemli bi kısmını kendilerine hediye etme fikri bünyeyi fena halde bunaltmakta, özellikle minik sıcak bi elin sıkıca tutulduğu yağmurlu güzel gecelerde...

          Bir eldeki mevcut umutlarla, öteki eldeki kayıp giden yıldızların yarattığı garip boşluğu dolduran güzel sevdicekle gidilen, içinde güzel, naif umutlar beslenen evin muhabbetiyle noktalanan, saçma ve sıkıcı geçecek ilk akşamda özlenecek güzel bir geceydi. İşbu postta geçen tüm şahısları sevdiğimi ama birini ayrı sevdiğimi belirterek gidiyorum. Bu gece Turgut Uyar'la veda edelim. İyi geceler.


 Ses
 Seni sonsuz biçimde buldum o biçimi almıştın
sandviçlerle, kötü şehirle, terle başbaşa kalmıştın
yürüdü üstüne herkesin neonu, herkesin babaannesi
herkesin en eski olan kökü, en eski hanesi
yeşili bozup suya çevirdin, akşamı sonsuz uzattın
ne buldunsa o akşama uygun, ne buldunsa ona kattın
sen bir atmacanın en uzun çığlığısın, her türlü gökte
göğü büyüttün, otobüsleri aldın, şehirleri ufalttın
seversin diye söylerim her şeyi, sana uygun olsun
çünkü her şeyin birbirine uygununu sen bulursun
gel ellerini ver en güzel ellerini öyle
ruhum, ateş yüreğim, kokum birlikte öyle.
T. Uyar

27 Ağustos 2010 Cuma

hüzün, umut, vantilatör

          Birinin gözünde hüzün görmek karışık bi duygu be canlar. Oldum olası en aciz hissettiğim karşı hissiyatlardan biridir. Yani severim hüznü kendimce bünyeyi ayakta tutan güzel bi hissiyattır bi yerde ama önemsenen bi insanın yüzündeki o hüzne karşı yapacak birşey bulamıyorum ki o kadar da birşeyler yapmak istiyorken. Öyle ki şu güzide hayatımda sırf gördüğüm hüzünler yüzünden hatrı sayılır derece de maymunlaşmışımdır elimde olamadan. Bugün de olasım geldi sırf birileri gülümsesin diye.

          Herneyse hafta bitti lan şaka maka. İttirilmiş bi eğlence sekansının ardından boxerımla evde ayrıyeten huzurluyum. Geçen haftaya nazaran daha plansız bi haftasonu arefesinde her an hayatı güzelleştirebilme yetisi olan arkadaşlarla! hayat güzelleştirme ve normalleştirme operasyonları yapabilme hakkımı saklı tutuyorum bu hafta sonunda. öyle çok hatırlanacak egzantirik bir hafta değildi. Nev-i şahıslarına münhasır ilginç insanlar yok değildi. Allahtan artık bağışıklık sistemi kendilerine mekanizma geliştirdi. Yaşamakta olduğum coğrafya hala ecnebi genital bölgesi kıvamında yanmakta. Vantilatörümün dili olsa da konuşsa (ki arada hava şartlarından dolayı sıcak üflemesi sebebiyle don kişota bağlayıp dalasım gelse de kendisine saygı duyuyorum bu yaz ki çabalarına plastik pervanesiyle).

        Güzel saf umutlar da gördüm len bu hafta. hiç birşeyi o kadar istememiş güzel bir arkadaşımın "o kadar" istediği şey için yukardakiyle olan hukuğumu kullanmayı bile düşündüm. Bilindiği üzre iyidir aram kendisiyle (bu cümle üstüne bir an duyulan popoyla gülme sesleri falan). İnsanların istediği şeyler olsun be canlar yitik, kırık kalmasın kimsenin içinde yürekten istedikleri. Olsun öyle ya da böyle.

        Postun sonunda ilk paragraftan ötürü fon olarak dinlenmesi gereken şarkıyı da vereyim ki içimde kalmasın, eksik olmasın. İyi geceler canlar.

http://fizy.com/#s/1aisc1

26 Ağustos 2010 Perşembe

Tecelli Mekanizması

             Hayatta deli gibi bişiler kazanma hırsı olan insanları anlamıyorum. Sanırım uzun bir süre daha da anlayamayacağım. Şimdi şöyle ki yaşadığımız -terminoloji de hayat diye adlandırılan- süreç başlı başına kaybetme sürecidir. Bir Schöpenhauer bi Nietzsche edebiyatı değil cidden mantıklı bakıldığında gayet net görülebilen bişi. Çünkü elimizdeki herşeyi kaybetmekle yükümlüyüz genel resme bakıldığında. Mal, mülk, sevdicek, mutluluk, üzüntü, hüzün, mutsuzluk niteliği farketmeksizin kaybediyoruz. Çünkü bizim kazanmak diye adlandırdığımız eylem aslında sonunda bir şekilde kaybedeceğimiz nesnelerin kimselerin verdiği mutluluk hissidir ki bu hissiyat kişinin tamamen kendi yüklediği anlamlarla ilgili tamamen öznel harekettir. Yani aslında bizim kazanmak diye tabir ettiğimiz şey bir süre iyi hissetme sekansından fazlası değil. Bu gerçeklerin ışığında gerizekalı insanoğlunun kazanma hırsı çok basit yüklenen anlamları basitleştirme seansıyla bertaraf edilebilecek saçma bir histir diyebiliriz. Bu yüzden ki benim algılarımda bu mutluluk hissini kontrol edebilme olanağı veren bu gerçek, cümle insanoğlunun ebesinin hörekesi gezegeninde su bulunmuşvari sevinçlerine kapak olacak boyutlarda faidelidir insan hayatında.
           
             Dolaylı yoldan eldeki kısıtlı parçalardan lego yapımına benzeyen bu sikindirik hayatlarımızda, söylenmiş envayi çeşit yalanı görmezden gelmek, onca acıyı sineye çekmek, türlü insan çeşidine "sen de haklısın bi yerde" demek büyümüş bünyelerimizin o küçük kazanma hazlarına ödediği bedeller olarak görmek yardımcı olur mu bilemem ama şunu söyleyebilirim ki dünyevi adaletin tecelli mekanizması şuursuz bünyelerimizi şaşırtmayı seviyor.

             İyi geceler canlar.

17 Ağustos 2010 Salı

It's like you feel homesick for a place that doesn't even exist.

Garden State die bir film vardır Scrubs tan tanıdığımız Zach Braff abimizin arz-ı endam ettiği. Güzel filmdir izleyenler bilirler. Yalnızlık, depresyon, birliktelik, mutluluk ve mutsuzluk kavramlarına güzel bakış açıları getiren sakin huzurlu bir filmdir. Filmin ana karakterinin yaşadığı suçluluk duygusu, yalnızlık, yılgınlık gibi hissiyatların güzel temellendirilmiş bir hikayeyle anlatılması filmi hayatımda farklı bir yere koymamı sağlamıştır. Filmlerde geçen cümlelere takıntılı bir insan evladı olarak hayatıma şu vecizeyi de armağan etmiştir;

"You'll see one day when you move out it just sort of happens one day and it's gone. You feel like you can never get it back. It's like you feel homesick for a place that doesn't even exist. Maybe it's like this rite of passage, you know. You won't ever have this feeling again until you create a new idea of home for yourself, you know, for your kids, for the family you start, it's like a cycle or something. I don't know, but I miss the idea of it, you know. Maybe that's all family really is. A group of people that miss the same imaginary place."

 Ki altına imza atarım şu repliğin. Hayatında sürekli bişilerin eksildiğini ve sahip olduğu güzel hissiyatları birer birer bir daha geri gelmemek üzerine kaybettiğini farkeden bir insan evladının yaşadığı garip yoksunluk hissini, yuva kavramını, anlamadığı, anlamlandıramadığı bişileri özlemeyi bundan iyi anlatan bir replik yoktur herhalde. Hepsi bir döngü diyor Andrew. Bir zamanlar bir takım kavramlar için hissettiği şeylerin, tekrar aynı şekilde hissedilemeyeceğini ancak kendi yaratacağı yeni olgulara anlamlar yükleyip yamalı elbise hüznüyle giymek şeklinde durumu idare edebileceğini anlatıyor. içte birşeyler burkarak. Yani cidden olmaz mı hiçbirşey ilk hissettiğin gibi. yani cidden boşuna mı uğraşıyoruz yeniden birşeyler kurmak için yeni insanlar bulup gözlerinin ta içine içten gelerek bakmak için... İçtiği ilaçlar yüzünden hissettiği uyuşukluk hissi bi büyüme, yaşlanma metaforu olarak çıkıyor andrew'ın hayatında karşısına. Hem hayat seviyor metaforları. Direk anlatmayı sevmiyor nedense, derdi ne ise. Ondan uzun sürüyor insan anlamak, olay anlamak, sevi anlamak... Aptallığımızdan olsa gerek. Ne istediğini bilmeyen, ne özlediğini anlamayan, ne eksik çözemeyen bünyelerimizde hayatın sunduğu metaforları çözmeye çalışıyoruz zavallıca. Andrew'da öyle. Yağan yağmurun altında hurda otobüsün üstüne çıkıp avazı çıktığınca bağırmak ne kadar rahatlattı kendisini bi fikrim yok ama ilk defa beklentisiz, gri, soğuk bir günün sabahında tanıştığı ve sonrasında tanıştığına ziyadesiyle memnun olduğu Samantha ile birlikte bu aktiviteyi gerçekleştirmesi hakkında bi fikrim olabilir sanırım :). Hayat o sahnedeki kadar gri aslında. Şansımıza yağmurlar var, bağırma hissi var, Samantha var... İyi geceler.

13 Ağustos 2010 Cuma

haftanın sonu

Haftanın bitebilen bi kavram olduğunu saat 5 sularında idrak ettim. Sıcak saçma bi günün biteyazması ise ayrı bi endorfin salgılama sebebi olarak görülebilirdi. Ama gel gör ki bünye endorfin ve serotonin kapaklarını ha deyince açmıyor be canlar. Dünyevi yüklerin muhtelif saçmalıklarla omuza çökmesi idrak yollarını, his kanallarını hormonsuz bırakıyor. Hayatın expectations ve reality kanallarındaki ufak senkronizasyon bozuklukları bünyedeki hayal kırıklığı ve mutluluk arası sinir hücrelerini direk etkilemekte. Bu tip hüzünlü sahneleri ancak güzel müzikler kurtarır filmlerde, gerçek hayatta sanmıyorum. Lakin içindeki tüm devam hatalarına, senkronizasyon bozukluklarına, senaryo saçmalığına rağmen hayatın arada güzel olabilen bişi olduğunu düşünmek iyi bişi midir bilemiyorum. iyi bişiyse iyi yoldayız. iyi geceler.

12 Ağustos 2010 Perşembe

Antalya

Sıcağıyla bilumum donu göte yapıştırabilme kabiliyetine sahip olsa da güzel şehir vesselam sevgili Antalya kardeşimiz (eskiden Günaydın İstanbul Kardeş diye bir tv filmi izlemiştim, sevmiştim ondan Antalya kardeş dedim sanırım bilemiyorum). Zira üstünde geçen yaklaşık 9 ayımda mutlu etti kendisi beni hep. Öyle kıçında pire varmışçasına gezen bünyenin gazını almaya teşne bi yapısı var kendisinin. Sanırım seviyorum kendisini. Hafta içi halk arasında ekmek parası diye tabir edilen istihdamımı sağladığı, haftasonu da Larasından, Konyaaltısından ( konyaaltısı ne arkadaşım), Olimposundan faydalandırdığı için müteşekkirim kendisine. Kaos ihtiva eden bir sabahta otobüs terminalinde tanışmıştım halbuki kendisiyle. "Ee şimdi ne yapacam lan" şeklinde bi düşünce balonuyla dolanırken etrafta, almış katmış kendine anlamadan. Bi sürü güzel insan da serpiştirmiş enteresan bir şekilde hayatımın muhtelif yerlerine. Bunun için de teşekkürler antalya kardeş. Günü gelince küfretme hakkımı saklı tutarak iyi geceler diliyorum.

11 Ağustos 2010 Çarşamba

seslerim

içindeki çocuğu ter yoluyla dışarı atan adam

İçindeki çocuk falan diye başlayıp Can Dündar havası katmak istedim dostlar. Halbuki bildiğin sıcaktan donu kıçıyla bütünleşmiş bi halde nemli havadan dert yanmak için yazılan derinlik ihtiva etmeyen bi post aslında. Ama hep böyle içindeki çocuklu cümleler kurmak istediğimden hakim olamadım nefsime. Sıcağa verin. Verin de ne olacak canlar bu hava olayları. Olm ben ki es kaza reenkarne olsam banko Sibirya dolaylarında sempatik bi kutup ayısı olarak doğacak bi insan evladıyım. Gel gör ki reenkarnesi bi kutup ayısı olan bu kişinin realitesi Antalya dolaylarında gezinmekte trajikomik bi şekilde. İnsan nefes aldığında boğazında hafif bi serinlik hisseder ya... O yok işte canlar bildiğin bünye içindeki sıcaklığın nemle kapaklanmış halini içime çekmekteyim. Öyle bi bunalma. Klimatoloji tarikatı diye bi tarikat kurmaya yeltendim kafadan yirmi mürid buldum. İbadeti neyse ederiz dediler yeter ki üflesin yüzümüze yüzümüze. Sonradan sittir et dedim önümüz kış. Kış kelimesini cümle içinde kullanmak bile hafif bi serinlik veriyor. şöyle en karlısından, en yorganlısından...

Bi leylek kalmıştı

Envayi çeşit kuşla girilen muhabbetlerin akabinde sırası gelen leyleğe adanmış bi cümlenin sözleriyle başlamak istedim bloguma. Zira şu an o leylek blogumuz olmakta. Her gün hatrı sayılır miktarda çeşit karıncayla bellerini incitmeden ilgilenmek zorunda olan fani bünyemin anlatacakları oldu sanırsam. Olsun. Saygılar canlarım.